Merhaba, ben sağ femur. Beni genelde sadece röntgenlerde görürsünüz ama bugün konuşma sırası bende. Yıllardır birlikte yaşadığım üst kattaki arkadaş – yani beyin – bir gün aynaya baktı ve şöyle düşündü: “Biraz daha uzun olsak fena mı olur?” İşte o an, benim için yeni bir yolculuğun başlangıcı oldu.
Ameliyathaneye doğru ilerlerken üst kattaki arkadaş hafif heyecanlıydı ama temkinliydi. Benim içimden ise “Hazırım, başlayalım” diyordum. Cerrah beni kontrollü bir kesiyle ikiye ayırdığında kulağa dramatik gelse de bunun aslında yeniden büyüme fırsatı olduğunu biliyordum.
Komşularım olan kaslar ilk başta şaşırdı: Quadriceps “Bu neyin gerilimi?” derken, hamstring “Ben zaten esnek değilim, işi zorlaştırmayın!” diye homurdanıyordu. Ama onlara sakin olmalarını, bunun planlı ve kontrollü bir süreç olduğunu anlattım.
Her gün yaklaşık 0,75–1 mm arayla aramızdaki boşluk biraz daha açılmaya başladı. Dışarıdan bakınca sadece birkaç milimetre gibi görünen bu hareket, içeride benim için dev bir biyolojik inşaat şantiyesi anlamına geliyordu.
Yeni Damarlar Kuruluyor
Kesi ile birlikte vücut alarm verdi: “Femur yaralandı, yeni damar gönderin!” Birkaç gün içinde incecik kapiller damarlar uzayan boşluğa doğru ilerlemeye başladı. Onlar olmadan iyileşme olmaz; oksijen, besin ve iyileşme enerjisini getiren ilk ekip damar ağıdır.
Ardından ana ustalar geldi: osteoblast hücreleri. Görevleri yeni kemik jeli (osteoid) üretmek, kollajen iskeleler kurmak ve mineralizasyonu başlatmaktı. Kısacası, beni adım adım yeniden inşa ediyorlardı. Osteoklastlar ise eski ve zayıf dokuyu temizleyen, ortalığı düzenleyen ekipti.
Boşlukta önce yumuşak, jelimsi bir matrix, ardından kıkırdak benzeri bir tabaka ve en sonunda genç, süngerimsi bir kemik dokusu oluştu. Bu genç dokunun adı kallus. İki ucu yavaş yavaş birbirine bağlayan bu yapı, uzama boyunca benim için geçici ama hayati bir köprü görevi gördü.
Neyse ki üst kattaki arkadaş sigara içmiyor. Çünkü içseydi, içeride tam olarak şu tabloyu yaşardık: damarlar daralır, oksijen taşıma kapasitesi düşer, osteoblast ustaların iştahı kaçardı. Kallus oluşumu yavaşlar, konsolidasyon süresi uzar ve enfeksiyon riski artardı.
Kısacası, sigara boy uzatma ameliyatında benim için şantiyeye beton dökerken suyu kesmek gibi bir etki yaratırdı. Bu yüzden bu yolculukta sigaradan uzak durmak, hem kemik kalitesi hem de iyileşme hızı için kritik öneme sahiptir.
Kas, Sinir ve Tendon Ekibinin Uyumu
Ben uzarken komşularım da boş durmadı. Quadriceps “Esniyorum, sorun yok.” derken, hamstring önce şikâyet edip sonra yeni boyuma alıştı. Peroneal sinir, gerilimin fazla olduğu günlerde “Hız biraz düşsün!” diye sinyal gönderdi. Tendonlar ise yeni uzunluğa uyum sağlamak için zamana ihtiyaç duydu.
Boy uzatma ameliyatı aslında sadece kemikle ilgili değil; kaslar, sinirler, damarlar ve tendonların birlikte uyum sağladığı bir ekip çalışmasıdır.
Uzatma tamamlandığında boyum uzamıştı ama hâlâ genç bir fidan gibiydim: uzun ama kırılgan. Konsolidasyon dönemi, benim için asıl güçlenme ve olgunlaşma sürecinin başladığı evreydi.
Distraksiyon boyunca oluşan süngerimsi kallus, bu dönemde giderek yoğunlaştı. Osteoblastlar daha düzenli çalıştı, kollajen lifleri kalınlaştı ve yapı adeta içeriden beton dökülür gibi güçlenmeye başladı.
Kalsiyum ve fosfor tanecikleri kallus dokusuna yerleşerek kemik yoğunluğunu artırdı. Aynı zamanda yeni damar ağı olgunlaştı; damarların çapı genişledi, duvarları güçlendi ve bölgeyi besleme kapasiteleri arttı. Beslenme, D vitamini ve genel sağlık bu aşamada doğrudan kemik kaliteme yansıdı.
Bu dönemin en önemli noktası, uygun zamanda, uygun dozda yüklenmeydi. Hiç yük vermemek kemik yapımını tembelleştirebilirken, aşırı yük vermek kırılma riskini artırabilirdi. Doğru fizyoterapi programı ve kontrollü yürüyüşler, beni adım adım daha güçlü hâle getirdi.
Zamanla kallus, süngerimsi yapısından çıkarak daha yoğun trabeküler bir yapıya, ardından da kortikal, taşıyıcı kemik yapısına dönüştü. Sanki her gün üzerime bir kat daha koruyucu vernik atılıyor gibiydi. Sonunda kendimi yeniden tam taşıyıcı, dayanıklı ve güven veren bir kemik olarak hissettim.
Aylar süren bu yolculuğun sonunda, artık hem daha uzun hem de daha güçlü bir femurdum. Üst kattaki arkadaşın özgüveni yerine geldi, yürüyüşü değişti, bakışı bile farklılaştı. Biz kelimenin tam anlamıyla birlikte büyüdük.
Ben femur olarak şunu söyleyebilirim: Uzamak cesaret ister, ama güçlenmek sabır ister. Sabırlı olur, sigaradan uzak durur, doğru ekiple çalışır ve sürece güvenirseniz, bu yolculuk yeni bir hayata açılan kapı olabilir.